r’ulaş karakuş
ölüp giderken arkasına bile bakmadan günler
dudaklarımı kemiriyorum ıssızlığıma sığınarak
içimde içine kapanık bir sarmaşık
ve sabahına kapanan açılmayan perdeler
parmaklarıma dolanan sigara izmaritleri
ve o izmaritlere mezar olan ciğerlerim
unutuyorum çoğu zaman saçlarımı
bin atlı akınlarca kuşatılan arsız beyazlarımı
görmezden geliyorum kaçamıyorum
yaşlanıyorum ben de bu yaşlı çirkin evrende
iki hecelik adımla hüviyetimi süsledim
hemcinslerimin iç kanama geçirmiş ağızlarına
ağız dolusu sövmekten kaçınmadım hiç
ben beni bildiğimden beri
parmaklarım kalemine yarsıdı hep
çocukluğumun altın saçlarını annemden veresiye aldım, tarağınıysa babamdan
sırtımı kelimelere yasladım
sırtım dizlerim şiirlerde paslandı
işte, işte bunlar ellerim sevgilim
ellerim
sarsana
önce yüzümüzde başlar
zamanın arsız erozyonu
çürüterek tenimizi…
topyekûn her gün yeni yasalarla
somutlanıyor ağrılı varlığımız!
ne mutlu ki denize öykünen göle
ne mutlu bir güneş gibi
omuz başlarımızda sancıyan ve doğan şiire…